27 Temmuz 2013 Cumartesi

Yola Çıkalı 42 gün Olmuş....

            Şanlıurfa'nın büyüklüğü beni şaşırtmıştı. Beklediğimden büyük bir şehirdi ama beni daha çok şaşırtan şehir Gaziantep oldu. Gerek sanayisi gerek turizmi oldukça gelişmişti. İnsanı da beni kucakladı bu şehirde.
            İlk gece bir bekçinin evinde konakladığımı söylemiştim. Ertesi sabah erkenden şehri gezmeye başladım. İlk durağım Zeugma Mozaik Müzesi oldu.
            Müzenin içi buna benzer mozaiklerle dolu. Mutlaka gezilip görülmesi gereken bir müze. Müzeyi detaylıca gezip dolaştıktan ve hakkında yazılanları okuduktan sonra müzeye gelen mozaiklerin İslahiye'de Yesemek Köyü Açık Hava Müzesi' nden getirildiğini öğrendim. Mutlaka gidilmesi gereken yerlerden biriydi burası.
              Biriydi dedim; dedim çünkü uğrayamadım. Nedenine gelince, müzeden çıktıktan sonra internet oyunlarından tanıştığım bir arkadaşı görmeye Gaziantep Üniversitesi' ne gittim. Ozan'la oyundan muhabbetimiz vardı. Beni ve bisikletimi görünce şaşırdı kaldı hehe :D "Kanka bu akşam burada kal" dedi. "Ben şimdi çalışıyorum; çıkınca seninle hayvanat bahçesine gidelim; Türkiye'nin en büyük hayvanat bahçesi burada" dedi, peki dedim. Üniversitenin içinde kalmaya karar verdim. Geceyi geçirmek için Kredi Yurtlar Kurumu'na vardım  ancak "biz yurdu turizme kapattık" diye bir cevap aldım; üstelemedim sonra da. Çıktım oradan, çadırımı üniversitenin içine atmak için rektörlüğe uğradım. Biraz bekledikten sonra Rektör Bey'in genel sekreteri beni yanına aldı. Sonra Rektör Bey'e benden bahsetti ve ardından Rektör beni üniversitenin uygulamalı otelinde ağırladı :D
              Beni dinleyip bana yardımcı olduğu için sayın Prof. Dr. Mehmet Yavuz Çoşkun'a ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir o kadar teşekkürü de Ökkeş Demir'e iletmek isterim. Aynı günün akşamı iftar yemeğine davet etti kendisi beni.
               Yemekten sonra izinlerini isteyip otele geçtim. Sabah erken saatte Kilis üzerinden İslahiye'ye gitmek için tekrar yola çıktım ancak Kilis'te ufak bir problem yaşadım. Güvenliğim için oradan ayrılmam gerekiyordu. İskenderun'a geçmek istedim. Bisikletimi koyacağım bir otobüs bulamayınca kendimi Adana'da buldum. Burada bir aile dostumuzun yanına -Kozan'a- uğradım ve anında soluğu yayla dedikleri yerde aldık. Savruk'ta 1000 metreye kadar çıktık. Hava orada serindi. Akşama da bir mangal... Özlemişim et yemeyi.
            "Elin Laz'ı ne anlarmış mangaldan, etten?" dediler, bende marifetimi gösterdim. Oturup yemeye geldiğinde de anladılar :D Bir iki gün daha Adana'da kaldıktan sonra Mersin'e geçiyorum artık.
Şöyle bir dönüp baktım, neler yaşadım? nerelere gittim? ne kadar süredir yoldayım? diye. 42 gün olmuş yola çıkalı; dile kolay... :D Yazdıklarımın dışında benimle olan benimle kalacak olan anılarım da oldu ve iyi ki böyle bir tura çıkmışım dedim. İnsanın kendini anlaması kafasındaki soru işaretlerini gidermesi için mükemmel bir yol olduğunu anladım. Kafam biraz karışık. Güzelce yorumlamam lazım her şeyi. Bunu da artık Akdeniz' de biraz da tatil yaparak tamamlayacağımı düşünüyorum.
Sevgiler...

23 Temmuz 2013 Salı

Farklı Dinler ve Dillerin Buluştuğu Coğrafya

       Hasankeyf'teki sağlık problemimden sonra Midyat'a araçla geçtim ve kendimi otelde buldum.Yerleştikten sonra bisikletimi alayım gezeyim dedim. Hristiyan mahallesi olarak geçen yere gittim.Şimdi burada hala faal olan manastırlar var. Süryaniler gibi çeşitli mezheplere mensup Hıristiyanlara rastlamak mümkün.Ve bu coğrafyada bu insanlar barış içinde yaşamayı başarabilmişler gerçekten.
                                            Hıristiyan mahallesinde bisikletimle turlarken...
                                          Yine aynı mahalleden Midyat'ın görünüşü.
                 Ertesi sabah otelden ayrılıp Mardin'e pedalladım. Artık sabah çok erken saatlerde yola çıkmanız gerekiyor yoksa sıcak sizi bayıltıyor, o derece... Mardin'e vardım ancak Mardin yerleşke olarak aşağıya kaydırılıyor. Nedeni ise eski Mardin'in dağda olması artık gidilecek bir yer olmaması.
                                                    Daha nereye, ne yapılsın burada?
             Buradaki Mardin Müzesi' ni gezdikten sonra Mardin'de nerelere gidilir? 3 boyutlu slayt gösterisi her şeyi anlatıyor, size rehber olacaktır. Burayı gezdikten sonra faal olan manastıra gittim. Dayr-ul Zafaran Manastırı. Oraya vardığımda manastır halka kapalı duruma gelmişti ama sağ olsunlar, benimle ilgilendiler ve oradaki Süryani bir gence telefon açıp beni gezdirmesini rica ettiler. Böylelikle gezmiş oldum. Çadırımı da aynen oranın önüne attım. Erkan Abi ve Aydın Abi'ye sohbetler ve hizmet için ayrıca teşekkür ediyorum. Sonra Diyarbakır yoluna düştüm. Diyarbakır'a vardığımda beni bir yakınım karşıladı. O, eşyalarımı bıraktıktan sonra -yarın buraları bisikletle gezersin diye- araba ile kısaca gezdirdi.  Ben de Diyarbakır Bisiklet ve Doğa Sporları Kulübü'ndeki arkadaşlarla iletişime geçip ertesi gün şehri gezdim.
            Kalenin içinde sokaklar bu kadar dar ve her yer dolu. Ardından on gözlü tarihi bir köprüye gittik.
           Peşine; Mustafa Kemal Atatürk'ün 11 ay burada kaldığı, içinde hala eşyalarının bulunduğu Gazi Köşkü'ne...
               Peşine yine şehrin içinde bir kiliseye uğradık ama restorasyon çalışmalarından, faal değil şimdilerde. Benimle burada ilgilenen, ağırlayan arkadaşlara bir bir teşekkür ediyorum. Sonrasında Şanlıurfa... Urfa'nın küçük bir şehir olduğunu düşünmeyin sakın sizi şasırtır. GAP' ın son rötuşlarının yapıldığınıı bu şehirde görmek mümkün. Artık verimli topraklarına kanallarla suyu iletebiliyorlar. Devlet de yardımda bulunuyor.Artık büyükşehir oldu ve refah seviyesi de hızla artmakta. Genel olarak da dini bir şehir. Akşam Balıklıgöl ziyaretinde bulundum ancak fotoğraf makinesi evde kaldı hehe :D Neyse bugün akşam saatlerinde Gaziantep'e kadar geldim. Ancak çadırımı atacak yer arıyordum. Para harcamamam lazımdı; bu ara çok harcadım, sıkıntıdayım, nerede kalacağım? derken iftar çadırında karnımı doyurduktan sonra orada tanıştığım bir bekçi beni fabrikaya getirdi :D Bana resmen evini açtı bakın geceyi nerede geçiriyorum:

                Bazen şanlı olduğumu hissediyorum ama aslında öğrenmiş olduğum şey insanlığın hala ölmediğidir. Bu gece beni burada ağırlayan İsmail Abi'ye ayrı bir teşekkür etsem yeridir. İçeride elektrik var klima var banyo tuvalet var yatacak yer var daha ne olsun ki :D
                                                              Bu da kendisi
           Yarın da gündüz Antep'i gezdikten sonra tekrar pedal döner.
           Saygılar...

18 Temmuz 2013 Perşembe

Tarihi Suya Gömemezsiniz! (Hasankeyf)

             Evet, başlıkta bahsettiğim gibi suya gömülmek istenen bir tarih var. Nerede biliyor musunuz? Batman Hasankeyf' te. İnsanlık tarihi için çok önemli ve eski bir yerleşke milli park olabilmek için 9 kritere sahip Dünya'daki tek yer ve buna rağmen burayı suyun altına gömecekler.
          İşte o muhteşem yer. Ancak devletimiz bu şehirin üst tarafını turizme kapatmış durumda. Amaçta şu: burası turizme kapatılırsa insanlar buranın su altında kalmasına izin verecekler çünkü bir gelir olmayacak. Ancak bunun yerine buranın turizm değerlerine yatırım yapılsa yapılacak olan barajdan daha çok gelir getireceği gerçeğini görülmüyor.Ilısu Barajı senelerdir yapılmaya çalışılıyor, insanlar seslerini çıkardıkça bişeyler iptal oluyor ama bir şekilde nasıl oluyorsa inşaat devam ediyor. Burada haklı bir mücadele var ve bizim de elimizden geleni yapmamız lazım. Kapatılan yere çıkmaya çalıştım, çıkarmadılar. Bende Hasankeyf' i yaşamak için köylerine çıktım. O dağ eteği boyunca mağaralara rastlamak mümkün :D
               Burası Hasankeyf' in köylerinden kilise ve Su Köyü. Bu görmüş olduğunuz yapıt ise tarihin en eski ibadethanelerinden biri. Köyde olduğu için bunlardan gelen turistlerin haberi bile yok zaten hayvanlar gölgelik olarak kullanıyor şu sıralarda bu yapıtları. Şimdi söyle bir durum var: reklamları yapılıp herkesin gördüğü bildiği pencereden yüzeysel olarak bakmak yerine bambaşka, bilinmeyen şeyleri sorgulamayı sevdiğim için köylere çıktım.Ve Doğu' ya girdiğim andan itibaren Kürt halkının içindeyim. Onların yaşam tarzını, hayata karşı bakışını, ezilmiş ruhlarını dinliyorum ve sizlere buralara gelip bu insanları dinleyin demekten başka birşey söyleyemiyorum. Bazen gözlerim doluyor çünkü. Ancak bunları söylemem yanlış bir kapıya çıkmasın; aralarında kötü amaçlı insanları da var.
              Köyleri gezdikten sonra kamp yapacağım yere geldim: Ekokeyf diye şirin bir yer var :D Orayı işleten insan da bir o kadar şahane bir insan. Yazının ilerleyen bölümünde kendisinden biraz bahsedeceğim. Ayrıca internet ve elektrik de var. Neyse kamp alanına girdim ve bir kalabalık var; böyle 12 kişilik bir grup. Ekojin diye Diyarbakırlı bir grup. Ekolojik yaşam destekçisi bir grup 5 günlük bir eğitim için gelmişler buraya; Perma Kültür diye bir uygulama için. Çok güzel insanlardı. Hemen beni de aralarına aldılar. Tanıştık, kaynaştık. Bisikletimle geldiğimi görünce tebrik ettiler beni. Ardından aralarından Diyarbakır'dan bisikletle gelen iki kişi çıktı :D hemen sohbet değişti.
                                                                   İşte o bisikletler...
           Akşam şarkılar eşliğinde sohbetler başladı ve son gün etkinlik değerlendirmesi yapıldı. Bunun için bir çember oluşturdular ve beni de bu çembere dahil ettiler :D
             Bende gözlemlerimi bu güzel insanlara anlattım. Sonrasında Ağustos ayında bir farkındalık yaratmak için büyük bir organizasyon ile 50 kişilik bisikletli bir grubun yola çıkacağını öğrendim. Malasef aralarına katılamıyorum. Kendilerine her şey için teşekkür eder, verdikleri mücadelenin destekçisi olduğumu bilmelerini isterim. Her ne kadar katılamasam da... Hayata bakış açılarımız temelde aynı ama farklı yerlerden bakıyoruz sadece. Ertesi gün kendilerini uğurladım. Hasankeyf'te o gün termometre 46 dereceyi gösteriyordu. Hissedileni siz düşünün. Ancak bu Ekokeyf' in güzel bir yanı var: bahçenin yukarı tarafında 2 m derinliğinde bir havuz var :D
              Batman' dan gelirken Hasankeyf Köprüsü'ne girmeden solda burası. Ben gün boyunca o havuzu kullandım serinlemek için. Akşam işletme sahibi Lokman Abi ile otururken bir anda kendimi kötü hissetim, ateşim çıktı Lokman Abi hep peşimde; nasılsın? iyimisin?.. Ardından sağlıkçı bir arkadaşımı aradı peşine beni havuza soktu ateşim düşşün diye.Sonra sazını aldı yanıma oturdu çalıp söylemeye başladı beni gözetleyip eğlendirmek için. Bir süre sonra ateşim düştü ardından tekrar yükseldi. Lokman Abi uyumuyor, beni iyi edene kadarda uyuyacak gibi gözükmüyordu. Başladık sohbete... Baktık ki olacak gibi değil, içi rahat etmedi 112' yi aradı. Gecenin bir yarısı ambulans geldi, bir iğne kendime getirdi beni. O zaman yatmaya gitti Lokman Abi. Bu bir insanlık örneğidir açıkçası. Tanışalı 2 gün olmuş hemde. Kendisine çok teşekkür ediyorum bu yüzden. 30 gündür yoldaydım ve ilk kez  hastalandım. Başıma böyle bir şey geleceğini biliyordum elbette ama şanslıydım bu konuda da.
           Sırasıyla Lokman Abi kardeşi Mazlum ve bir Samsunlu Çapulcu Emre. Ekokeyf bu güzel insanların işletmesinde.
               O kadar hastalıktan sonra ertesi gün kendime güvenemedim; halsizlik var. Hasankeyf'ten Midyat'a araçlarla geçtim. Şuan da Midyat'ta bir otelde kalıyorum dinlenip temizlenip yola devam edeceğim;
Saygılar, sevgiler...

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Balık Bendi(Van-Erçiş)

              Ağrı'dan yola çıktım. Patnos ilçesine 77 km pedalladıktan sonra kendimi bir inşaat şantiyesinde buldum :D Geceyi de burada işçilerle beraber geçirdim ve inanın konuşulan sohbetleri mutlaka duymanız ve mutlaka buralara gelmeniz lazım.1 haftadır Kürt halkının içinde onları dinlemekle, anlamakla yolculuğuma devam ediyorum. Yöre köylerinde insanlar sizi gel otur yemek ye çay iç diye durduruyor. Ama hepsi iyi insan diye bir genelleme yapamıyorum çünkü yol boyunca taş atan çocuklar da vardı; ilçe merkezinde kafama hurma atan gençler de... Karadenizli olduğumdan bazı kesim insanlarda birazcık ön yargı da vardı.

                Neyse olayların detaylarını da anlatmayayım bana da bir şeyler kalsın. Patnos' dan sabah erken saatlerde ayrıldım ve Erçiş yoluna düştüm. Öğlen olduğunda Erçiş' e vardım. Depremden sonra ilçeyi merak ediyordum ancak ben ilçeyi gezemeden kafama hurmayı yedim ve oradan ilçe dışına doğru Van gölüne pedalladım. Yolda Balık Bendi diye bir yer olduğunu buranın önemli olduğunu söylediler. Ben de merakla geldim. Erçiş' ten Van yoluna çıkıp 15 km kadar gidince burayı bulmanız mümkündür.     
     
                Önemine gelince, sadece burada bulunan inci kefali diye bir balık türü var. Van Gölü' nde yetiştiğini söylediler. Sonra bir kaç kişi de Dünya'da sayılı yerde var dedi. Henüz ben de araştırmadım nerede var nerede yok diye. Sizlerle birlikte bende bunu yapacağım. Olay da şu: balıklar nisan ayından haziran ayının sonuna kadar Van Gölü sodalı olduğundan yumurtalarını bırakmak için göle gelen akarsulara akın ediyorlar ve burada taşlara sürtünerek yumurtalarını bırakıyorlar.
                                                  Tabi bu bahsettiğim aylarda su daha gür oluyor.

              İşin ilginç yanı ise burayı mahkumların işletmesi ve burada çalışmaları :D Sabahtan akşama kadar onları dinledim. Gayet misafirperver şekilde ağırladılar beni. Aralarında oruç tutanları da vardı, tutmayanları da. Ama bana yine ne varsa ikram ettiler.
               Sabah 08.30'da gelip akşam 11' de cezaevine gidiyorlar. O saatten sonra korucular burada parkın nöbetini tutuyor. Bu arada şu bilgiyi de vereyim: buraya giriş ücretli.
              Peki ya ben benden ne kadar alacaklar? Yaya desen yaya değilim; otomobil desen otomobil değilim hehe :D
             Söyledikleri tek laf: "Sen bizim misafirimizsin, para falan yok. Çadırı da at şuraya. Normalde suyu falan da kapatıyoruz ama bugün senin için açık tutacağız. Tuvaletler orada. Sabah biz gelmeden gitme vedalaşalım" hehe :d 
             Sabah kendileri buraya geldiğinde onlarla vedalaşıp Batman yoluna düşmüş olacağım.
Sevgiler,saygılar...

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Erzurum-Ağrı-İshakpaşa keşif turu

               Erzurum' da Ilıca'da bir akşam kaldıktan sonra Ağrı'ya doğru yola çıktım. Peki Erzurum'da ne gördüm? Erzurum senelerdir dışarı göç veriyor. Bunu önlemek için şehirde sanayileşme sürecine girilmiş. Palandöken gibi bir tesis kurulmuş vs. ancak hala göç engellenemiyor. Artık nedeni aşırı soğuk iklimi mi dersiniz yoksa giden insanların anlattıklarıyla yenileri  mi gidiyor; yoksa bambaşka bir sebebi mi var; her zaman olduğu gibi sizlerin araştırmasına kalmış hehe.
              Ağrı'ya doğru yola çıktım. Pasinler Savaşı'nın gerçekleştiği Pasinler Ovası'nı  gördüm ve oradan itibaren artık farklı bir coğrafyaya girdiğimi fark ettim. Etrafta ağaca dair bir şey yok. Soğuktan yetişmiyor ki. :S
                            Bu bölgeye geldiğiniz zaman buralarda neler olup bittiğini hissetmemek zor.
              Sonra yolculuğa devam ederken yükseltinin farkında değildim ta ki bu geçide gelene kadar.
                                                     Artık zorlu yerlerin habercisiydi bu rakım.
                 Ardından kendimi Ağrı'da buldum. Üniversite'den arkadaşım İsmail karşıladı beni. Her zamanki güler yüzüyle kanka hoş geldin dedi:D Okuldayken geleceğim dediğinde sende o kararlılığı görmüştüm; geleceğini biliyordum dedi :D Bu kararlılığı gören sayılı insanlardan kendisi. Akşamı onların evinde geçirdikten sonra ertesi gün beraber Doğu Beyazıt'a İshak Paşa Sarayı'nı görmeye çıktık.
             İşte İshak Paşa Sarayı... Ancak saray deyip geçmemek lazım; bu sarayın da bir hikayesi var: Dönemin paşasının kızını Ağrılı bir çoban Ağrı Dağı'na kaçırır ve bir daha geri dönmezler. Bunun üzerine paşa sarayı öyle bir yere inşa eder ki Ağrı Dağı görünmesin. Gerçekten de İshak Paşa Sarayı'ndan Ağrı Dağı görünmez. Bunun yanı sıra saray, o dönemde görülmemiş bir tesisat ile donatılmıştır. Peki nedir bu tesisatlar?
                            Kanalizasyon sistemi. Bunu bulabilmek için sarayda taşları sökmüşler.

               Kalorifer sistemi. Düşünün o dönemde bunlar o sarayda mevcut. Hangi dönem peki? Araştırmak yine size kaldı :d
                                                   Harem odalarını da unutmamışlar tabi hehehe :D
               Tüm bunlardan sonra öğrenilmesi gereken bir şey daha var: Leyla ile Mecnun'un hikayesini hepimiz az çok biliriz ama Doğu Beyazıt'ta bir yer var; "Keşişin Bahçesi" işte bu nokta önemli bir nokta. Fotoğrafını maalesef çekemedim ama hikayeye göre Leyla'nın babası olan Keşiş, Mecnun'dan  kızını kaçırıp Doğu Beyazıt'a kendisinin ve ailesinin kalacağı özel bir bahçe yaptırıyor. Mecnun Leyla'yı burada buluyor ve Leyla burada Mecnun'a aşık oluyor.
              Gezilip görülen bu yerlerden sonra benim tekrardan yola çıkma zamanım geldi. Sonraki durağım Erçiş. Depremden sonraki son duruma bakmaya gidiyorum.
Sevgiler,saygılar...

2 Temmuz 2013 Salı

Aslında yalnız değilsin!

              Rize Pazar'dan kargo ile gelen pollerimi alıp hazırlandım. (Fatoşcum çok teşekkür ediyorum ilgilendiğin ve bu işi çözdüğün için). Çamlıhemşin yoluna düştüm artık. Çamlıhemşin'de yüklerin bir bölümünü dayımın evine bıraktım. Sonra Ayder Yaylası'na 17 km rampaya sardım yolu bilenler anlıyorlardır beni ama yol asfalt olduğu için pek sıkıntı olmadı oraya çıkmam. Sonra çadırı oradaki düzlüğe attım.
             Orada geceyi dayımla sohbet ederek geçirdim ve daha önce hiç bu kadar derin konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Sanırım büyümüşüm dayım benmle böyle konuştuğuna göre :d
             Ertesi sabah ilk kez yalnız yolculuğun sıkıntısını yaşadım çünkü yaylalara çıkmak için arkadaş arıyordum resmen. Ne yapayım? Çıkıp geri döneyim o zaman dedim. Yanıma yiyeceklerimi aldım. Hazırlanırken bakın macera nasıl başladı :D Motosikletli bir gezgin Turgay Abi -Bartın'da öğretmen- Doğu Karadeniz turuna çıkmış tek başına.Tanışıp kısa bir sohbetten sonra haydi beraber çıkalım yaylaya dedi. Nereye? Ayder'den 15 km yukarıda Kavrun Yaylası'na. Her çeşmede her yol ayrımında beni bekleye bekleye çıkıyoruz yukarı. Sonra bakın ne oldu: bir motosikletli daha... Bu abim de Kars'ta yüzbaşı, Alican Abi. Ne hikmetse o da tek başına yolda. Aşağı Kavrun'da tanıştık, aramıza katıldı :d Kavrun'a vardık varmasına ama illa göllere çıkalım diyorlar. Yarın yağmur var bugün çıkmamız lazım diye konusuyorlar. Abi ben motorlu bir taşıt değilm. Kavrun Yaylasını bilenler yolun ne kadar zorlu olduğunu bilirler. Bir yemek yiyeyim kendime geleyim dedim. Öyle dediler böyle dediler acele ile göllere doğru yola çıktık. Asıl olay şimdi başlıyor: ben o yorgunluğun üzerine çıkmaya başladım. Turgay Abi 45 yaşında sigara içen biri. Arkasındaki dağcı çantasıyla 20 metrede bir duruyor, soluklanıyor. Dedim bu iş böyle olmayacak; ver abi yükleri değişelim. Aksi halde yukarıya çıkamayacağız. Kaldı ki çıkmaya niyetlendiysek benim oraya çıkmam lazım arkadaş! öyle de bir inadım var. Öyle böyle 3 saate yakın bir yürüyüşün ardından 3000 metrede kampı attık. Her şey güzel şahane ama dedim ya acele ile çıktım diye. Benim tulum Kavrun'da kaldı. Haydi al başına belayı. Cep sopası ve Alican Abi' nin yağmurluğu ile geceyi geçireceğiz; yapacak bir şey yok. Sabaha kadar bildiğiniz dondum. Hiç uyuyamadım. Sabaha karşı Alican Abi tulumunu verdi "biraz da ben üşüyeyim panpa" dedi. O soğukta gülmekten öldürdü beni  :d
         Soldaki Turgay Abi; sağdaki panpam (asker olduğuna bakmayın inanılmaz biri kendisi) Abi gazozdan selamlar :d
                      Burası da kampı attığımız nokta. Buzul Gölü'nün yakını 3000 metre Kaçkar Zirvesi'nin altı.
                   
               Sabah toplandık ve 100 metre ötedeki 2 buzul gölünü daha görmeye gittik manzara gerçekten muhteşemdi. Gidilmesi gereken yerler listesine eklenmesi gereken bir yer.
                                                                 İşte o noktadan buzul gölü
               Durun durun! Hemen sıkılmayın, daha bitmedi. O gün oradan inip Zilkale'ye gideceğiz. Sanki ben motorlu taşıt kullanıyorum hehe:D 40 km yakın inişten sonra 13km tırmanış... Kaldı ki yolların kötülüğü beni inanılmaz yordu ama ne olduysa indik Çamlıhemşin'e. Bakın siz şu tesadüfe; bir bisikletli tek başına Fındıklı'dan yola çıkmış Zilkale'ye gidiyor hehe. Artık olduk 4 kişi. Hem de bu sefer yalnız da değilim. Motorsuz bir taşıt var benimle hareket eden :D
                     Dinçer, Atılım Üniversitesi'nde doktora öğrencisi. Hem Atılım hem bisiklet ee bana birini çağrıştırıyor derken Gürkan Abi'nin lafı geçmeden olmadı tabi :D
                     Hiç bir yere gitmeyin bu kadarla da kalmadı. Tüm bunların üzerine çadırı  Zilkale'yi geçtikten 3 km sonra dereye yakın bir yerde kurduk. Akşam yağmur bastırdı ve sel korkusuyla beraber nöbetteydik. Küçük bile olsa erenin taşması gibi bir ihtimal vardı. Kaldı ki burası ülkemizin en çok yağış alan ve en çok sel olaylarının görüldüğü nokta. Bir süre çadırda nöbette bekledikten sonra çadırları o yağmurda biraz daha yukarıya taşıdık ve sonra ben uyudum. Önceki gün donan bi taraflarım ve uykusuzluğun üzerine sıcacık tulumumu bulmuşum; hemen yattım. 2 güne bunları ve nicelerini sığdırdım. Mükemmel insanlarla tanışıp mükemmel manzaralar gördüm ve bunu bisikletimle tek başıma yola çıkarak yaptım; yapmaya devam ediyorum. İsteyince gerçekten oluyormuş. Dil ve anlatım için beni bağışlayın ama yakında bunu da çözmüş olacağım :d
Saygılar,sevgiler...